IMF’nin EKONOMİ REÇETESİ NASIL OLURDU?

Seçim sonrasında vergi artışlarıyla beraber ekonomide acı reçeteyi görmeye başladık. Seçim öncesinde hem iktidar hem de muhalefet tarafından kapılar kapatılan IMF ile mutabakat sağlasaydık bugün nasıl bir tablo olabilirdi?

Bu soruyu IMF’de çalışmış biri olarak şu şekilde cevaplayabilirim.

IMF ile anlaşmanın en önemli getirisi bütünsel yapıda bir ekonomi programı olacaktı. Bu; para, maliye, finansal ve yapısal politikaların birbiriyle örüntülü ve kapsayıcı bir şekilde Türkiye’nin kısa ve orta vadeli sorunlarına çözüm üretmeye yönelik planlanması anlamına geliyor. Tabi halının altına süpürülmüş birçok yapısal sorun var ve bunların çözümü de kolay olmayacak; ama bu kısma gelmeden önce bazı pragmatik faydalara değinelim.

Programın en büyük pragmatik avantajı IMF’den gelecek finansman olacaktı. Örnek vermek gerekirse, sıkça karşılaştırıldığımız Arjantin, 2018 yılında IMF’den $57 milyar büyüklüğünde bir anlaşma sağlamıştı. Türkiye ekonomisinin büyüklüğünü göz önünde tutarsak, IMF ile imzalanan bir anlaşmanın bundan çok daha büyük olabileceğini ve hatta IMF’nin bugüne kadar imzaladığı en büyük anlaşmalar olabileceğini söylemek pek de yanlış olmaz.

Programın bir diğer pragmatik katkısı da şu olabilirdi: IMF tarafından yüklü finansman girişi ve hükümet tarafından piyasalara güven veren bir ekonomi programı ile yurt dışından yüklü fon girişi ve yurt içi yerleşikler tarafında da yabancı paradan TL’ye dönüş olabilirdi. Hatta bugünlerde TL’deki değer kaybı yerine, TL’nin aşırı değerlenmemesi için atılacak makro-finansal politikaları konuşuyor olabilirdik. Stabil bir kur ile Mayıs sonunda %40 civarında zirve yapan enflasyonu aşağı çekmek çok daha hızlı ve düşük maliyetli olabilirdi. KKM’ye talep doğal olarak azalarak program sonlandırılabilirdi.

Şimdi gelelim kamu maliyesine.

Önce harcamalarla başlayalım. IMF programı ile kamu personel maaşları, emekli aylıkları beklenilen enflasyonun çok üzerinde artmazdı. Bu programın en sevilmeyen kısmı olurdu. Ama öte taraftan bu yüklü artışlar nedeniyle çok yüksek vergi artışlarına gidilmesi de gerekmezdi. Tabi kamu harcamalarında önemli yapısal değişim yapılması gerekirdi. Burada en başta emeklilik ve sağlık harcamaları nedeniyle sosyal güvenlik sistemi, ardından da kamu personel harcamaları ve cari giderler geliyor.

Vergilere bakacak olursak, rasyonelleştirilmiş bir harcama yapısıyla bu kadar yüklü dolaylı vergi artışı olmayabilirdi. Vergi gelirlerinin artırılması; vergi kayıp ve kaçağı, kayıt dışılık, düşük beyanla samimi bir mücadele verilerek programlanabilirdi. Örneğin; vergi beyanı ile harcama ve mal varlığı çapraz sorgulanabilirdi. Vergiye uyum ve tahsilat iyileştirilebilirdi. Vergi tabanı, istisna ve muafiyetler ile vergi dışı bırakılan alanı vergiye tabi tutarak daha adil olabilirdi. Asgari ücretin biraz üzerinde çalışan nasıl gelir vergisine tabi ise; KKM’den faiz elde eden veya borsadan para kazanan da artan oranda gelir vergisi ödeyebilirdi.

Son olarak; programın uluslararası rekabet gücü ve verimlilik artışını sağlayacak birçok alanda da (hukuk, kurumların bağımsızlığı, iş gücü piyasaları, eğitim, vb) önemli dönüşümü içerecek adımları uygulamaya koyması gerekiyordu.

Tabi programın Hükümet tarafından sahiplenilmesi; kamuoyuna çok iyi anlatılması gerekiyor ki başarılı olsun. Aksi halde biraz önce örnek verdiğim Arjantin hükümetinin başına gelenleri biliyoruz. Başarılı bir IMF programının kazanımlarını da biliyoruz: en iyi örnekler arasında Şubat 2002 Türkiye programı var.

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/imfnin-ekonomi-recetesi-nasil-olurdu/701505

Dr. Burcu Aydın Özüdoğru
Ekopolitik
21 Temmuz 2023

Posted in op-ed