Bu hafta başında yayınlanan tebliğ ile ihracatçılara döviz gelirlerinin dörtte birini Türk Lirasına çevirme zorunluluğu getirildi. Bu düzenleme ile 2021 yıl sonunda kamuoyuna açıklanan Kur Korumalı Mevduat hesapları gibi, Türk Lirasına istikrar sağlamanın ve Merkez Bankası rezervlerinin iyileştirilmesinin hedeflendiğini anlıyoruz.
2018 yılında da yapılan benzer bir düzenlemeyi inceleyerek, bu adımın etkinliğini değerlendirelim.
2018 yılındaki düzenleme daha sert koşullar içeriyor ve ihracatçılara gelirlerini 180 gün içinde ülkeye getirme ve %80’ini TL’ye çevirme zorunluluğu getiriyordu.
Bu düzenleme, Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından sermaye çıkışlarını kısıtlayan bir düzenlenme olarak kayda geçirildi ve Hükümete, piyasadaki likiditeyi artırmak ve Türk Lirasının kullanımını desteklemek için, bu düzenlemenin kaldırılması tavsiye edildi. Yani IMF, düzenlemenin amacına ulaşması için, bu düzenlemenin yürürlükten kaldırılması gerektiğini belirtti.
Zira genel kabul gören uluslararası finansal piyasa doktrini, Sermaye Kontrol Düzenlemelerinin ihtiyaç duyulan makroekonomik politikaların yerine geçemeyeceğini ve gerekli makroekonomik politikaların uygulanmaması halinde, bu düzenlemelerin etkili olmayacağını değerlendirmektedir.
2021 yılı Eylül ayından bu yana kurda yaşanan değer kayıpları ile artan dolarizasyon da esas olarak Türkiye’de uygulanan sıradışı ekonomi politikaları kaynaklıdır. Bu durumda, doğru makroekonomik politikalar uygulamadan sermaye kontrolleri ile piyasa koşullarını düzeltmek mümkün görünmüyor.
Zira 2018-19 dönemine bakacak olursak, ihracatçı firmalar, ihracatın ithalata olan bağımlılığı nedeniyle zorunlu olarak TL’ye döndükleri ihracat gelirlerini, eş zamanlı olarak, ancak alım-satım marjını üstlenerek, yeniden dövize dönmüşlerdi. Bu da dövize olan talebi azaltmamış; ancak ihracatçı firmalara ek finansman maliyeti olarak geri dönmüştü.
Zorunlu olarak TL’ye geçiş, yıllara sari taahhüt işi yapan ihracatçıların nakit akışlarını da olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca, yabancı para cinsinden dış borcu olan firmaların doğal hedge’ini (kur riski korumasını) de bozan bir uygulama olacaktır.
Adam Smith’in görünmez el teorisine göre piyasalar, öngörü ve istikrarın olduğu serbest piyasa ekonomisini sever ve burada dengeye oturur. Bunun bir yansımasını 2000’li yıllar Türkiye’sinde görmüştük.
Öte yandan liberal piyasa sisteminin akışını bozan düzenlemeler ekonomi yönetiminin serbest piyasa kurallarından uzaklaştığı bir adım olarak değerlendirilirse, bu kanı dövize olan talebi azaltmak yerine tam tersi artırabilir.