Bu haftanın en önemli konusu Merkez Bankası para politikası kararıydı.
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Enflasyon Raporu Toplantısı’nda faiz artırım döngüsünde sona geldiğimizi iletmişti.
Biz de TEPAV bünyesinde bu hafta başında yayınlamış olduğumuz Para Politikası Değerlendirme Notumuzda faiz artışında henüz sona gelmediğimizi iletmiştik. Faiz oranlarının %47,5’e çıkartılması gerektiğini değerlendirmiştik.
Peki, neden faiz artış döngüsünde sona gelmedik?
En önemli etken elbette enflasyon dinamikleri ve beklentilerinin Merkez Bankasının yıl sonu enflasyon tahmini olan %36’dan oldukça yüksek olmasıdır.
Aylık manşet ve mevsimsellikten arındırılmış fiyat artışları enflasyon eğilimindeki artışa işaret ediyor. Benzer şekilde yayılım endeksleri de bu durumu destekliyor.
Tabi geriden gelen yüksek fiyat artışları, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile fiyatlama ve ücret artışlarındaki olumsuz seyir de Ocak ayında açıklanan piyasa katılımcıları anketindeki 2024 yılsonu enflasyon beklentisinin yükselmesine sebep oldu.
Şubat ayında da aylık fiyat artışlarının yüksek gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu durumun enflasyon beklentilerini olumsuz etkileyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Özetle mevcut durumda enflasyon gelişmeleri ve beklentiler politika faizinde %45’in yeterli olmadığını gösteriyor.
Bir başka temel konu ise Türkiye’ye yurt dışından yeterli portföy akımlarının gelmemesi ve Merkez Bankasının yürüttüğü rezerv politikası kaynaklı politika faiziyle mevduat faizi marjının açılmasıdır. Mevduat faizlerinin yatırımcıları TL mevduatlara çekme konusunda yeterli kazancı sunamaması da döviz mevduatın toplam mevduatlar içindeki ağırlığını korumasına sebep oluyor. 32 günlük mevduat getirilerinin aylık enflasyon artışının altında olması da tüketimi hala cazip kılıyor.
Tabi tüm bu sorunlara sadece faiz artışlarıyla çözüm bulunmasını bekleyemeyiz.
Yapısal politikalar, maliye politikaları ile yönetilen/yönlendirilen fiyatlara ilişkin hükümetin aldığı kararlar da Merkez Bankasının %36’lık yılsonu enflasyon tahminini destekler yönde olmalıdır.
Yapısal konular arasında en önemlisi kurumların bağımsızlığına ilişkin güven tesis edecek adımlardır. Zira hem yurt içinde hem de yurt dışında TL varlıklara yatırımın önündeki en büyük engel “bu politikalardan geri dönüş olur mu?” endişesidir.
Maliye politikalarının da piyasada likidite fazlası yaratmayan, tüketimi öne çekmeyen yapıda olması gerekiyor. Mevcut durumda merkezi yönetim bütçesinde devam etmesi beklenen bozulma ile artan nakit açığı para politikasını desteklemiyor.
Bütçe açığı ile bütçenin kompozisyonu bize kamu maliyesinde reform ihtiyacını gösteriyor. Bu süreç Türkiye’de vergi artışı olarak algılanıyor. Genellikle de enflasyonist etkileri yüksek olan dolaylı vergi artışlarına dayandırılıyor. Oysa mali reform ilk önce kamu harcamalarını etkinlik odaklı yapılandırmaya odaklanmalıdır. Gelir tarafında ise vergi tabanını istisna ve muafiyetleri toplumsal refahı gözetecek şekilde genişletmeye ve kayıt dışılıkla etkin mücadele etmeye odaklanmalıdır.
Özetle bu hafta Merkez Bankası haftasıydı; ama enflasyonla mücadele sadece Merkez Bankasının görevi değildir. Enflasyonla mücadele ekonomi yönetiminde bütünsel ve destekleyici politikalar ile yapısal reformların uygulanmasını da gerektiriyor.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/enflasyonu-dusurmek-icin-faiz-ne-olmali/731016
Burcu Aydın Özüdoğru
Ekopolitik
23 Şubat 2024