Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası dahil olmak üzere dünyadaki hemen hemen tüm merkez bankalarının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Fiyat istikrarını, yani düşük enflasyonu, sağlamak için de temel politika araçları olarak faiz oranını kullanırlar.
Ancak Merkez Bankası son aylarda aldığı kararlarla Türkiye’de fiyat ve finansal istikrarı korumanın aksine bu yönde risk oluşturmaktadır. Merkez Bankasının aldığı kararlar sonucunda son üç aydır TL, sadece dolar karşısında değil, dünyadaki hemen hemen birçok para birimi karşısında rekor seviyede değer kayıplarına imza attı. Dalgalı döviz kuru rejimi uygulayan bir ülkede görülmemiş düzeyde değer kaybeden para birimiyle uluslararası finansal piyasa literatüründe yer etti.
Türk Lirasındaki değer kaybını günlük hayatımızda artan fiyatlar, yani enflasyon olarak hissediyoruz. Uluslararası çerçevede düşük orta gelirli bir ülke olarak sınıflandırılan Türkiye ekonomisi için yüksek enflasyon, hane halkına fakirleşme ve artan gelir adaletsizliği olarak sirayet edecektir.
Benzer şekilde değer koruma kapasitesi olmayan bir para biriminin tasarrufları koruma becerisi de yoktur. Bu da doğal olarak mevduatlar içinde rekor düzeye çıkan yabancı para birimi olarak kendini gösteriyor. Ya da yastık altına çekilen altın ve değerli maden tasarrufları olarak.
Kurdaki değer kayıplarının devamı ve hiper enflasyon sürecinin başlaması ise henüz görmediğimiz; ancak 1990’lı yıllarda da tecrübe etmiş olduğumuz üzere ticari hayatın dolarize olmaya başlamasıyla gündeme gelebilecektir. Esnaf, tacir veya vatandaş sattığı mal, hizmet veya menkulün dolar/euro olarak ödenmesini istemeye başlarlarsa, TL’nin para birimi olarak temel kullanım amacı da önemli ölçüde aşınacaktır. Tabi bu durumum en büyük kaybedeni maaş ve ücretlerini TL ile almaya devam eden sabit gelirli ücretli çalışanlar olacaktır.
Son olarak unutmayalım ki ekonomik büyüme, istihdam ve yatırımların temel koşulu öngörülebilirliğin olması, yani güven ortamı ve istikrardır. Güvenilir politikaların sonucu istikrarlı para birimlerdir. Bunu sağlayamayan politikaların sonucu hep acı reçetelerdir ki Türkiye 1990’lı yıllarda bunu yeterince tecrübe etti.
Dr. Burcu Aydın Özüdoğru
Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü, Yarı Zamanlı Öğretim Üyesi